Kavanozun İçine Sığan Bir Gün
Küçüklüğümde öğretmenim bize bir hikâye anlatmıştı: Önce kavanoza büyük taşları koyarsın, sonra küçük taşları, sonra kumu, en son da suyu. O zamanlar bu hikâyeyi tam olarak ne için anlattığını hatırlamıyorum ama o görüntü zihnimden hiç çıkmadı. Hatta açık konuşmak gerekirse, çok da başarılı bir öğrenci değildim. Ama işte, bazı şeyler insanın kalbine öyle bir kazınıyor ki yıllar sonra bile hayatına yön veriyor.Bugün düşündüğümde fark ediyorum ki aslında bir günümüz de aynı o kavanoz gibi. Büyük taşlar günün olmazsa olmazları: işe gitmek, sorumluluklarımız, zorunluluklar… Küçük taşlar ve kum ise günün içine serpiştirdiğimiz hobiler, öğrenmeler, sosyal ilişkiler. Su ise tüm bu parçaların arasına süzülen, akışı sağlayan ufak anlar. İşte tam da bu yüzden, “vaktim yok” dediğimizde aslında kavanozun boşluklarını fark etmiyoruz. Yolda geçirilen bir saat… Belki bir podcast ile gelişime dönebilir. Kahve molası… Belki bir fikir kıvılcımı için fırsat olabilir. Sosyal medya… Belk...